Featured

Carl Sagan ve Marihuana Üzerine

Bu makale, 1971'de yayımlanan Marihuana Reconsidered (Marihuana Gözden Geçirildi) adlı kitap için 1969 yılında yazıldı. Sagan o yıllarda...

30 Mart 2011 Çarşamba

Paradisophobia

[par-uh-dahyz-o-foh-bee-uh]
-noun


The groundless fear that someday www.radioparadise.com will stop broadcasting music.

28 Mart 2011 Pazartesi

28.03.2010

Tam şu sıralarda bir yıl oluyor senden ayrılalı. Ya da beni bırakalı mı desem? Kağıt üzerinde ben ayrılmıştım sanırım, çünkü artık beni sevmediğini görmüştüm. Kendimin de nefret ettiği kişiyi değiştirmeyi başarmaya başladığım halde, ve sen de bunu farkettiğin halde. Tam da şu yüzden buna rağmen ayrıldık zaten; beni sevmiyordun artık.

Başka kızlardan hoşlanmaya çalıştım bu dönemde, hoşlandığımı sandım, yapabileceğimi düşündüm ama olmadı. Sana "seni seviyorum" dememek için, diyemediğim için onlara demeye çalıştım ama olmadı. Yıllarca eksikliğini hissettiğim boşluğu senle doldurmuştum, ve sen gidince orası yine boş kaldı. Son bir yıldır -her şeye rağmen- hayatımın en güzel anları, yine seni düşündüğüm anlar. Hayatım çok yoğun olduğu halde, tamamı koca bir boşluk, amaçsızca bir uğraşı gibi geliyor. Anlam kazandığı tek anlar seni düşündüklerim.

Keşke demeyi sevmiyorum, dememek istiyorum ama, keşke bitmeseydi. Seni çok özlüyorum. Seni çok seviyorum!

Bu yazıyı yazmayacaktım, ama bugün (yine) öyle gerektirdi. Çok müzik dinledim çünkü, ve çok aklıma geldin. Her zamankinden çok. Saatin geç olması, ertesi gün iş olması ve yapmam gereken ciddi bir iş için uykumu almış olmamın gerekmesi hiç umrumda olmuyor artık. Şu an hissettiklerimi senin kollarındayken yaşamadım, yaşatmadım kendime, hayatın ciddiye alınması gerektiği zırvasıyla yordum kendimi; ve şimdi sen yokken, tam bir senede farkına vardım, aslında sana dokunmanın yaşayıp yaşayabileceğim en güzel duygu olduğunu. En büyük pişmanlığım budur.

Seni bekleyeceğim umutsuzca; ikimiz de aynı dünyada olduğumuz sürece, hep bir umut yeşerteceğim. Çünkü birbirimize aşıktık ve bunun farkındaydık. Tekrar olmaması için bir neden görmüyorum, hele zaman kavramı anlamını bu kadar yitirmişken.

21 Mart 2011 Pazartesi

The Cure

En sevdiğim grupların arasındadır The Cure. Ama çok sık The Cure dinlemem. Neler dinlediğimi bilen insanları şaşırtan bir gerçek oluyor bu genelde, "seni hiç The Cure dinlerken görmedik, ne alaka?" falan diyorlar.

Çok fazla dinlemiyorum, çünkü çok üzücü. Bir diğer nokta, kesinlikle yalnızken dinlenecek bir grup. 

Loop'a alıp dinlenecek bir grup.

Anıları hayvanlar gibi canlandıran bir grup, o anılar gerçekleşirken The Cure o anının içinde zerre kadar bile olmadığı halde. Neden acaba..? Bir çok kişi hemfikirdir herhalde.

Akla ilk gelen Just Like Heaven var mesela; müzik neşeli, sözleri neşeli, ben de neşeliyken bile dinlesem bile çok üzüyor. En iyi ihtimalle "mutsuz olacağım" duygusu uyandırıyor içimde.

Üzücü durumun için sana ümit vermeyi bırak, "ümitsiz olmalısın" diyor.

O kadar güzel şarkılar ki; yalnız, mutsuz, eski sevgiline hâlâ aşık olduğun için mutlu bile oluyorsun, The Cure şarkılarını dibine kadar hissedebildiğin için. Bu şarkıyı en iyi ben anlarım diyorsun, adamla birebir aynı şeyleri hissediyoruz, inanılır gibi değil diyorsun.

Çok üzüyor beni bu adamın sesi, gitarının sesi, söyledikleri.

Anlamadığım bir grup gerçekten. Biraz mazoşistçe bir sevgi.


16 Mart 2011 Çarşamba

Spartacus

Spartacus'ü Türkçe'ye çeviren kişi;



seninle arkadaş olmak istiyorum.

15 Mart 2011 Salı

“Why do we ask so many questions? Two people shouldn’t know each other too well if they want to fall in love.”


diye bir laf okudum.


Yalan.


Açıklayacağım vaktim olunca. Unutmamak için yazdım.

-------------------------------------------------------------------------
02.04.2011 - ekleme: 
“Love is like a little old woman and a little old man who are still friends even after they know each other so well.” - Tommy, age 6


Henüz kendi fikirlerimi yazmadım. Yazacağım bi ara. 6 yaşındaki çocuk açıklamış aslında derdimi. Yukarıdaki lafın pesimistliğini düzeltmiş. Krizden fırsat çıkarmış bir nevi.

9 Mart 2011 Çarşamba

En iyi hisler

Bana göre.
1 numara sabit.
23,5 yıldır kendimi hatırladığımdan beri 1 numaranın yanına yaklaşan bir his bile tatmadım. Hani "şu anda dünyanın en mutlu insanı ben olabilirim!" dedirtenden.
Gerisi sırasız.

1) Karşılıklı aşk yaşadığım insanın gözlerinin içine bakınca hissettiklerim.
- Bir işin altından kalktığımda kendimi ödüllendirirken hissettiklerim.
- Çok çok acıktığım sırada aldığım ilk lokmada hissettiklerim.
- Tam çakırkeyiflikle sarhoşluk arasındaki ince çizgide müzik dinlerken hissettiklerim.
- Her zaman olmasa da: Gitar çalarken hissettiklerim.
- David Gilmour kanlı canlı tam önümde solo atarken hissedeceklerim.
- Birine yardım etmeye çalışırken hissettiklerim.
- Biri bana yardım ederken hissettiklerim.
- Hayal kurarken hissettiklerim.
- "Hayallerimdeki rüyayı" -nadiren de olsa- görürken hissettiklerim.
(Bu son ikisinin gerçek olmadığını farkettiğim anda hissettiklerim ise "en kötü hisler" sıralamasındadır aynı zamanda.)

Düz bir insanım. Ve bu beni biraz üzüyor açıkçası. Tersi için de bir şey yapmıyorum ama.
Hayatımın çoğunun hayallerle geçmesinden korkuyorum.

İyi de tüm bunlardan başkalarına ne..?

3 Mart 2011 Perşembe

Zamanın bu kadar hızlı geçmesine şaşıracağıma biraz ders çalışsam ne de güzel olurdu. Şu his tanıdık geldi mi: Günlerdir çalışmak dışında pek bir şey yapmadığın halde hâlâ inanılmaz gelen bir şekilde hafta bitmek üzere ve aslında 3 gündür hiçbir şey yapmamış gibi hissediyorsun. 

Yarın erken uyanmam gerekirken hala yararsız şeylerle uğraşıyorum, bunu yazmak gibi. Ama artık bu yönümü seviyorum; hayat, üçte birini uyuyarak geçirecek kadar değersiz değil.

1 Mart 2011 Salı

İmza

Toplumda/iş hayatında "belli bir yere gelmiş", kendine güveni yüksek olup da imzası devasa ve afili olmayan birini bile görmedim. Benimki mi? Karınca boku gibi.