Featured

Carl Sagan ve Marihuana Üzerine

Bu makale, 1971'de yayımlanan Marihuana Reconsidered (Marihuana Gözden Geçirildi) adlı kitap için 1969 yılında yazıldı. Sagan o yıllarda...

31 Temmuz 2010 Cumartesi

Michael Ende - Bitmeyecek Öykü'den bir kesit.

"... Oysa bilgelik, sevinç ve üzüntü, korku ve acıma, hırs ve kırgınlığın üzerinde olmak demekti. Bilgelik, her şeyi aşmış olmak, hiçbir şeyi ve hiç kimseyi sevmemek, hiçbir şey ve hiç kimseden nefret etmemek, ama başkalarının olumsuzluk ya da yakınlığını da tümüyle kayıtsız karşılamak anlamına geliyordu. Gerçekten bilge biri, hiçbir şeye aldırmazdı. Erişilmez olur, artık ona hiçbir şey zarar veremezdi..."


Geçen gün uykuya dalmak üzereyken aklıma geldiydi; acaba nereden bilinçaltıma düştü?

 
Think twice
Before ending your life


Hafıza Sildirme Teknikleri

Hafızanızı sildirmek istiyorsunuz, teknoloji gelişmiş ve istediğiniz bir zaman dilimi hafızanızdan tamamen silinecek. Malesef teknoloji "Eternal Sunshine of the Spotless Mind"daki kadar gelişmiş de değil, belirli bir olguyu sildiremiyorsunuz; o olgunun içinde bulunduğu zaman dilimini bütünüyle sildirebiliyorsunuz sadece, bu da bir çok kayıp demek. Buna değer miydi? Bir nevi şunu demek istiyorum; mutsuz olmamak için mutlu olmamayı göze alır mıydınız?

Ben kesinlikle alırdım. Çünkü mutsuzluğun, umutsuzluğun, hayal kırıklığının verdiği o keskin acıyı geçiştirebilecek, kompanse edecek bir mutluluk hiç görmedim, duymadım. Belki bir tek "zaman", ona olan inancım da gün geçtikçe azalıyor.

Kemoterapi gibi düşünün; sağlığınıza kavuşmak için tedavi olmalısınız ama kemoterapi yüzünden kanserli hücreler kadar canlı hücreler de ölecek ve bu süreçte daha da fazla hasta olacaksınız.

Hangisini tercih ederdiniz? Ben kesinlikle kemoterapiyi tercih ederdim, tüm kanser hastalarının yaptığı, daha doğrusu eninde sonunda yapmak zorunda kaldığı gibi.

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Aynı anda hem ağlayıp hem gülebilmek

Bize bahşedilen en büyük özelliklerden biri bence. Benim de başıma geldi, ve "mutluluktan ağlamak" ya da "gülerken ağlamak" denen olguyu yalnızca tek bir şeye bağlayabiliyorum: Yerine göre o sırada "Bu güzel anların da sonu olacak" ya da "İnsanı gülümseten çok güzel anlardı, ama artık yoklar.." diye düşünmek.

Böyle bir deneyimi en kısa yoldan yaşatacak şey tabi ki müzik. Kişisel tercihim "Yann Tiersen - Sur le Fil (full version)". Tabi öncelikle bu şarkı eşliğinde bir kaç anı yaratmış olmak gerekiyor..

Peki ya son dinleyişin üzerinden aylar geçtikten sonra bir şarkıyı dinlerken "ben zamanında bu şarkıyı dinlerken çok üzülüyordum, ama aslında o sırada neye üzüldüğümü de hatırlamıyorum" deyip üzülmek ne kafasıdır, onu bilemiyorum işte. Mirkelam kafası olabilir, üzüldüğüme üzüldüm adeta. Var öyle bir şey..

Hah, ikinci bir önerim de "Mirkelam - Hatıralar" olur. Klibinde Beatles olan yegane Türk şarkısı =)

Ekleme: Bir şarkı daha geldi aklıma, bence kendisi tam da bu duyguyu yansıtır: "Zerrin Özer - O Yaz".

24 Temmuz 2010 Cumartesi

Konsantrasyon

problemimi bir an önce çözmeliyim, yoksa yakında ciddi sorunlara neden olmaya başlayacak..

23 Temmuz 2010 Cuma

Kulaklıktan genelleme

En uyuz olduğum huylarımdan birini şu olay çok iyi açıklıyor sanırım:

Dün mp3 çalarımın sol kulaklığını çay bardağının  içine "düşürdüm" (Gerçi fizik kurallarını zorlayan bir şekilde gerçekleşti, ama oldu işte bir şekilde). Bir saniyeden daha kısa süre çayın içinde yüzdü, hemen çıkartıp kuruttum ve büyük bir moral bozukluğuyla çalışıp çalışmadığını denedim. Kulaklık pek pahalı değil, ama yeni almıştım ve memnundum, şimdi durduk yerde yenisini almak maddi ve manevi olarak canımı sıkacaktı.

Buraya kadar her şey normal, hatta şansıma kulaklık normal bir şekilde çalışmaya devam ediyor. Ama benim moral bozukluğum geçmek bilmiyor. Çünkü tecrübelerimle sabit, sıvıyla temas eden elektronik bir alet, oksitlenmeden vs. normalden önce bozuluyor. Henüz bir sorun yok, ama aleti kulağıma her takışımda bu olay aklıma gelecek ve her seferinde "neyse ki bozulmadı" diye şükredeceğime "artık bu sefer bozulur herhalde" diyeceğim ve alet belki de 3 yıl sonra bozulunca bile, "al işte bozulacağı belliydi" diyeceğim. Güzelim yepisyeni kulaklığı bir ağız tadıyla kullanamayacağım.

Bu tip sapık düşüncelerden arınmak, bu kadar küçük, "hayatın kendisi"yle ilgisiz şeyleri daha az umursayan bir insan olmak istiyorum.

17 Temmuz 2010 Cumartesi

Bir (Her) Cumartesi Akşamı

Yoğun bir günden sonra geceyi bitirmek üzere evine gitmek için metro girişine yöneldi. Az önce arkadaşıyla vedalaşmıştı. Metroya inerken bu görece yeni arkadaşının kendisi hakkında ne düşündüğünü merak etti. Bu konuyu ona da açmıştı; net bir cevap alamasa da arkadaşının ne düşündüğünden oldukça emindi: Eve gidince, ev arkadaşına "şu çocuk da ne garip ya, bütün gece saatlerce konuştu yok hayatmış yok insanlarmış, bir yerden sonra insanın kafası şişiyor valla" diyecekti.

Kulağına müzikçalarını taktı. Yaklaşık 7 yıldır aynı şeyi yapıyordu, Taksim gecelerinden sonra çakırkeyif şekilde metroyla evine dönerken müzik dinlemek hoşuna gidiyordu. Hayallerinin gerçekleşebilir olduğuna en çok inandığı zamanlar o anlar oluyordu. Bu mutluluğun daha uzun sürmesi için eve gidince yatmadan önce bir kadeh daha içmeye karar verdi.

Aslında böyle yoğun zamanlarda yetiştirmesi gereken işler varken, ya da en azından işinde lazım olan şeyleri çalışıp öğrenmesi gerekirken içmek vicdan azabı veriyordu, ama çok yorgun hissediyordu kendini, özellikle de zihinsel olarak. Alkolün sağladığı "her şeyi başarabilirsin, hiçbir şey için de geç değil" duygusunu seviyordu. Öyle ki, normal zamanlarda işten bunaldığı ve yapması beklenen şeyleri uğraşıp da yapamadığı zamanlarda oluşan hayal kırıklığı, onu hep "Neden hayatta en çok sevdiğin şeye yönelik bir işte değilsin ki? Müzikle ilgilenmeliydin, önemli olan en çok zevk aldığın işi yapman" düşüncesine iterdi. Normalde müziğe mesleki olarak yönelmek için artık çok geç olduğunu, onun sadece boş zamanlarında eğlenilecek bir hobi olarak kalacağını düşünürdü, ama alkol aldığı zamanlarda düşünceleri, imkanı olsa yaptığı işten istifa edip hemen bir üniversitenin müzik bölümüne girmek için uğraşacak kadar ileri gidebiliyordu.

Metrodan inip kafasında bu düşüncelerle yürürken, önünden geçtiği sanat galerisinin vitrininde saksafonuyla konser veren bir adam resmi gözüne çarptı. Bunu "Bu sana bir mesaj, bu düşündüklerin her Cumartesi gecesi filizlenip her Pazar sabahı ölen bir hayalden öteye geçmeli artık" olarak yorumlamayı çok isterdi, ama mesajlara inanmazdı. Tek inandığı şey, içinde, derinlerde bir yerlerde, bir gün gerçekten canına tak ettiğinde her şeyden vazgeçip bu hayali kovalama isteğinin bir şekilde saklı olduğuydu. Adeta o gün aslında hiç gelmesin isteyip bir yandan da o güne kavuşmak için yanıp tutuşuyordu. Her şeyi, yıllarca aldığı eğitimi, çektiği yorgunluğu sanki hiç olmamış gibi bir yana bırakmaktan çekiniyordu. Keşke farkına varsaydı, bu şekilde hiç mutlu olamayacağının..

Evine varmak üzereyken kulağına gelen gitar solosuyla irkildi ve düşüncelerden sıyrılıp müziğe odaklandı. Jimmy Page kendinden geçerken tek düşündüğü "keşke senin kadar iyi gitar çalabilseydim" oldu.

Tam bu sırada görevli, "tövbe estafurullah" eşliğinde, metroya girerken çöp kutusuna attığı bira şişesini topluyordu..

Kafamdaki kendimin bile yazıya dökemediği şeyleri başka bir yerde okuyunca en azından düşüncelerimde yalnız olmadığı hissediyorum.

“ I know what it’s like to want to die. How it hurts to smile. How you try to fit in but you can’t. How you hurt yourself on the outside to try to kill the thing on the inside."

— Girl, Interrupted

Bloody right

 


12 Temmuz 2010 Pazartesi

Boşluğu dolduramadım.

Bir yanda çok yoracak, sonuçta insanlıktan çıkaracak ama her zaman sığınacak bir liman olan ve tatmin edici miktarda para sağlayacak bir meslek, diğer yanda insan olmanın acısı ve bu farkındalığın mazoşist güzelliği. İlk seçenek aslında perde çekiyor hayatının önüne, yararı da burada başlıyor: Başına ne gelirse gelsin o var. Çalış anasını satayım bütün gün, işin ne! Hem çalışmak falan kötü düşünceleri başından savıyor, sonuçta bilgili ve paralı bir adam oluyorsun.

Bir de diğer açıdan bakalım: sonuçta asosyal ve sıyırmış bir adam oluyorsun. Ama kesinlikle mutsuz olmuyorsun, acını alıp götürüyor bir nevi. Ne uğraşcaksın dünyevi şeylerle! Bütün gün müzik dinle, müzik yap, kitap oku, bas git uzaklara, denizi seyret falan. Sonra iyice bunalt kendini durduk yerde, bir de adını "yok insan acı çekmek için vardır, acılar bizi olgunlaştırır" bilmem ne koy. Bunalımdasın ve rahata kaçıyorsun bence, başka bir şey değil. Ona bakarsan hayattan bunalmak için anında 100 şey sayabilirim, sürekli onları düşüneceksek işimiz var.

Kısacası önümde iki seçenek vardı. Ben ............... seçeneği seçtim.

2 Temmuz 2010 Cuma

Mezuniyet Balosu

İçten fikirlerimi söyleyeyim; bölümümüz hiç bir yerde görülemeyecek bir ayrıcalıkla "Mezunlar Gecesi" adlı çok uygun fiyatlı, sınırsız yemek ve içkinin olduğu bir gece yaptıktan sonra, bir de zaten kep atma törenimiz de olacakken, bu çok gösterişli ve pahalı Sapphire gecesine gerek yoktu. Bu tabi benim fikrim. Böyle bir gece daha tabi yapılabilir, ama Sapphire'de değil de daha sıcak bir ortamda daha eğlenceli ve makul olabilecek bir Kumkapı ya da Çiçek Pasajı fasılı daha güzel olabilirdi. Ama hep beraber olacağız, belki de son defa hepimiz birlikte olacağız, o yüzden ne kadar yoğun ve isteksiz olursam olayım katılmamak olmaz.

Bundan kellidir ki, bu akşam insan gibi içmeyeceğim. Belki de her şey gittikçe sıkıcı ve yoğun olmadan önce son kez..