Featured

Carl Sagan ve Marihuana Üzerine

Bu makale, 1971'de yayımlanan Marihuana Reconsidered (Marihuana Gözden Geçirildi) adlı kitap için 1969 yılında yazıldı. Sagan o yıllarda...

23 Temmuz 2011 Cumartesi

Suffused with static

Etrafımda sık sık duyduğum bir takım "kurallar" var, benim farkında olmadığım, arayıp da bir türlü bulamadığım. Tanrı'nın varlığına çoğu insanın sorgusuz sualsiz, gökten inen bir kitap vasıtasıyla inanması gibi tıpkı. Bu gece onların irili ufaklı bir kaçından bahsedip kendimce çürütesim var hepsini.


Tamam müşteriyle iletişim içinde değilsiniz de, yine de işyerine böyle mi gidiyorsun?: Bu yine en basiti, zaten kendi kendine çürüyor; şöyle ki, patronumuz bile şort+converse'le işe gelen, kıyafetlerin özellikle de yazılım işinde (ki bence işin kendisi doğrudan kıyafetle ilgili olmadığı sürece (defile gibi) kıyafetin hiç bir iş kolunda önemi yok) pek bir öneminin olmadığının farkında olan bir insan neyse ki.

Evlenmek, aile kurmak, çocuk yapmak önemlidir: 24 yaşındayım ve yalnızlığı seviyorum. Bir günde 24 saatin kısa olduğunu düşünüyorum ve gün içerisinde yapılacak işe gitme, işten gelme, sevdiğin şeylerle ilgilenme, ıvır zıvır işlerle ilgilenme derken kendimi dinlemeye ve uyumaya bile vakit kalmıyor. İnsanlar neden evlenmeyi bu kadar seviyor, neden üniversiteyi bitirir bitirmez hemen birileriyle hayatlarını birleştirme çabası içindeler? Ukalalık yapmak istemem ama, hayatta sık sık "sıkılan" insanların böyle yaptıklarını düşünüyorum. Hayatına anlam katmanın en erdemli yolu, biriyle evlenip çocuk yapmaktan mı geçiyor? Pek çok kişi için öyle. 40 yaşında hâlâ evlenmemiş ama resim/müzik yapıp hayatını bu şekilde -zor da olsa- geçindiren, dünyaya bir şeyler bırakmaya çalışanlar "homeless gibi" görülürken, ikinci çocuğunu yapmış, "temiz" işi olan insanlar mı erdemli oluyor? Afedersin ama sikeyim öyle hayatı.

Çok para veren, saygın bir firmada çalış, sen bunu yapabilirsin, sonra kendi evini - arabanı alırsın işte ne güzel: Bu konuda diyecek fazla bir şey bırakmadım sanırım. Üstteki noktada açıklamış bulundum bunu. İstersen tomarla para al, "hayatını yaşa", o hayat "ölmemek için yaşıyorsun", ya da "daha iyi ölmek için yaşıyorsun"dan öteye gitmeyecek. Dünya için bir şey bırakmadığımız sürece, öldükten sonra birilerine, bir şeylere yararımız olmadığı sürece havyar içinde yaşamamızın ne manası var (bu konuda benim de halen sorunlarım var; bana da havyar verseler yerim. Ama farkında olmak, değişmeye başlamanın en önemli gerekliliğidir, değil mi?). Bunun yanında; sadece tek bir hayat var, onu da işine geldiği gibi yaşasan iyi edersin. Öldükten sonra hiçbir şey, ama hiçbir şey kalmayacak, inan bana. Sadece, yaşarken bırakabildiklerin kalacak. Ölümden sonra'ya yatırım yapmak da neymiş; gerçek olup olmadığını bile bilmediğin bir şey için, gerçek olduğuna emin olduğun, her an içinde yaşadığın şeyden vazgeçmek de neymiş?


Bu yazıyı şarap + Six Feet Under'ın muhteşem finalinden hemen sonra yazdığım için - her zaman olduğu gibi - saçmalamış olabilirim.


"I’m just saying you only get one life. There’s no God, no rules, no judgements, except for those you accept or create for yourself. And once it’s over, it’s over. Dreamless sleep forever and ever. So why not be happy while you’re here. Really. Why not?"

Nate, Six Feet Under S05.E11

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Levon

Bazen dibe vurmak için uğraşıyoruz(m). Zaten kafan çok güzelken "dur lan bi bira daha içeyim, bugün kusmak var!" demek gibi. Kusmayı çok severmiş gibi. Sanki o zaman gerçek kötüyü görüp büyük bi aydınlanma yaşayacağım gibi geliyor.

Farkına varamadığım, varmak istemediğim şey ise; o dibe vurma, sen her ne kadar memnun olmasan da pek çok açıdan güzel olan hayatını kendi ellerinle bok ederek olursa bir şey öğrenemeyeceğin. "Hayatın sillesi" öğretir bir tek. Şükürün başlangıcı; ama neye şükredeyim, şansa mı? Açıkçası "her şey benim elimde, ben kimsem kendi kararlarım sayesinde oluyor" yetersiz geliyor bana. "Çevrenin etkisi" de var tabi, ama ondan bahsetmiyorum. O default olarak var, olmak durumunda. Ama bazen, sanki hayatıma yön veren ciddi şeyler tamamen ama tamamen tesadüfen oluyor gibi geliyor.

Bir de, hiç tanışmadığım insanlardan tanıştıklarıma göre daha güzel etkilenebiliyorum. Bu tip bir süper etkilenmeyi tanıştığım bir insanla, hem de tanıştıktan sonra yaşıyorsam ise, ona aşk diyeceğim artık. Aşkın tanımı bu olacak benim için. Yani evet; tanışmadan aşk olmayacak. Ama onun için de buluruz tanım, nedir ki (platoniklik?). Aşk, tek başına olmuyor, olmamalı, ya da olmasın. Hem bu dediğim unisex bi şey. Aşk sadece karşı cinse karşı (ya da eşcinselsen kendi cinsine karşı) ve cinsellik de içeren bir şey olmak zorunda değil sanki.

11 Temmuz 2011 Pazartesi

sinizm    Fr. cynisme 
a. fel. İnsanın erdem ve mutluluğa, hiçbir değere bağlı olmadan bütün gereksinmelerden sıyrılarak kendi kendine erişebileceğini savunan Antisthenes'in öğretisi, kinizm.
 Güncel Türkçe Sözlük 

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Underrated vs. Overrated

Aklıma bu iki gruba gireceğini düşündüğüm şeyleri listelemek geldi. Şimdilik sırf başlamış olmak için yazayım aklıma ilk gelenleri, devamını düşündükçe eklerim.

(O değil de Blogspot'ta bi girişi "pin"leyip böylece daha sonra yeni yazılar girdikçe onun geride kalmasını engelleyip hep anasayfada ilk sırada çıkmasını sağlayabiliyor muyuz, yoksa bildiğimiz günlük defteri mantığında mı olmak zorunda her şey..?)


Underrated
The Beatles (evet.)
Love (hangi Türkçe sözcüğü seçsem ki bunun için?)
Ün (evet.)
Mastürbasyon
Müzik
Sakinlik


Overrated
Ölüm - kendinin ya da bir yakınının
İntihar
Başarısızlık
Bohem'in güzelliği / Carpe Diem
Gerçeklik
Pop müzik
Para
Seks
Tanrı ve dinler (fazlasıyla)

3 Temmuz 2011 Pazar

Evlilik

Ulan vay anasını, 85li bi arkadaşım daha evlenmiş, benden sadece 2 yaş büyük! Bu yaşta evlenilir mi ya, baya garip.

Dur lan, aslında baya garip değil, biraz garip. 26 yaşını bitirmiş sonuçta bugüne bugün.

Uf.

One Love

Merhaba,

Aklım karışık biraz. Bir kaç farklı şey var aklımda, beni fazlasıyla kurcalayan. Bildiğin günlük yazıyorum, ama bu sefer deftere değil, buraya. Neden bilemedim. Bloga eskiden yazdığım şeylere daha çok baktığım için ve ilerki bakışlarımda bu geceki yazımda saçmaladığımı anlayabilmek ve ders çıkarabilmek için olabilir.

Bugün One Love'daydım. Normalde aşırı ilgimi çekmeyen grupların olduğu bir gündü benim için (hani dicem "müzik" öyle bir şey değil, her şeyi dinlemek lazım/dinlemeye çalışıyorum ama bugün hiç o kafada değildim be). Bi Büyük Ev Ablukada, bi de Manic Street Preachers için gidiyordum zaten, ilkini kaçırdık, ikincisini de hiç adam gibi dinlemedim/dinlemek istemedim, arka fon melodisi oldu sadece. Öyle istedim bugün sanırım, en yakın arkadaşlarımlaydım çünkü. Onlarla çok istediğim halde pek sık yapamadığımız tatlı muhabbeti özlemiştim.

Konu bu değil ki ama. Senin okuluna, seninle sık sık vakit geçirdiğim, en güzel anlarımın geçtiği, beraber içtiğimiz, çalıştığımız, ders çalıştığımız yere ilk defa gittim 1,5 yıl sonra. Her şey seni hatırlattı yine, ama bu sefer sıkıntılı değildim, mutluydum. Anılarım aklıma geldikçe gülümseme oluştu suratımda. Çok özlemişim seni yine de be.

Sokakta yürürken yanımdan geçen kedinin benden korkması bile iyi hissettirir oldu. Ki normalde bir sokak hayvanının benden korkması canımı sıkan bir şeydir, aklıma hep "sana bugüne kadar nasıl davrandılar da yanından geçen insandan korkar oldun?" diye düşündürür. Bugün öyle olmadı ama, bir şekilde, baya saçma bi şekilde, kendimi güçlü hissettirdi. "Beni ciddiye/dikkate alan, nefes alan bir canlı varmış lan" diye düşündüm. Baya çirkin bi durum bu tabi. Bu paragrafın senle bi ilgisi yok bu arada, hayatımdaki genel saçmalıklarla ilgili daha çok.

Sonra aklıma, Erasmus'tayken treni kaçırma pahasına seni aramam falan geldi. Yaptığımız, yaptığım, yaptığın ufak şeyler. Senin için küçük, benim için büyük adımlar geldi aklıma. "Sevgilimle medeni olarak ayrıldık, hâlâ görüşüyoruz" zırvası çeken bir kaç arkadaşım oldu bu hafta içinde, onları falan düşündüm. Sen neden benle görüşmek istemiyorsun, yüzüme bile bakmıyorsun? Keşke hayatımda olsaydın dedim içimden hep. Bir kaç gündür Belle & Sebastian dinlemeye başladım uzun bir aradan sonra, senle son iletişimimde sana diskografisini verdiğim grup. Tam sana göre, hâlâ öyle düşünüyorum. Bizi anlatıyor sanki, artık olmayan, sanki aslında bir zamanlar da hiç olmamış bizi. Çok özlüyorum bizi ya, yine gün aşırı rüyalarıma girmeye başladın; beraberiz hep. Çıkmasaydın ya hayatımdan? Bütün rüyalarım boyunca sana sarılıyorum, rüya olduğunun farkında olarak hem de, yine de hiç bitmesin istiyorum, hem de hiç. Napıcaz?

Ne saçma bi yazı oldu, kopuk kopuk, tamamen kendime saklamam gereken şeyleri yazdım buraya. Neyse, alkole verelim bunu da, yaptığım her boktan şeyi alkole veriyorum zaten, oh ne âlâ. Senin insanoğlundan çektiğin nedir ya alkol?

Yine de Ozan'a, Zeynep'e ve İdil'e, bu güzel insanlara teşekkür ederim, hayatımda oldukları için. Sizi seviyorum! Herkesin böyle arkadaşları olması dileğiyle.. Böyle şeyleri insanların yüzüne kolay kolay söyleyemiyor insan, ama hep düşünüyor ve yazıyor.

Ve seni tekrar kollarıma almadıkça, buraya düşüncelerimi -istediklerimi- yazmaya devam edeceğim. Çünkü ben seni istiyorum. Bu, zaman-bağımsız bir şey. Bu sırada arkada bu çalsa nasıl olurdu?