Featured

Carl Sagan ve Marihuana Üzerine

Bu makale, 1971'de yayımlanan Marihuana Reconsidered (Marihuana Gözden Geçirildi) adlı kitap için 1969 yılında yazıldı. Sagan o yıllarda...

31 Mayıs 2010 Pazartesi

Çevir(me) 2

Daha önce 13 satırlık cümle çevriltilir mi demiştim, halt etmişim. Çevirtmek zaten saçma, onu geçtim 22 satırlık cümle de gördüm ya bu hayatımda, kendimi artık şanslı azınlığın içinde görüyorum. Ne sinir ne stres kaldı yeminle, saygım arttı patent yazan insanlara.

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Çevir(me)

Hangi insan evladı 13 satırlık cümle yazar ve bir de çevirtir? Çevirmenin o cümleyi çevirirken çekeceği acıyı ve 1 saat tek cümleyle uğraşıp karşılığında kazanacağı kuş kadar parayı düşünüp zevklenecek bir kişi olabilir.

Gönül o cümleyi buraya ibret olsun diye koymayı o kadar çok istiyor ki ama olmuyor işte, bir de işimi kaybetmeyeyim diyorum. Zira bir tek o kaldı.

23 Mayıs 2010 Pazar

Fool's Day


7 yıl sonra gelen yeni Blur şarkısı. Çok güzel şarkı da, melodisi "I just died in your arms tonight"a çok fazla benzemiyor mu yahu..

22 Mayıs 2010 Cumartesi

Pacman


Çok hoşuma gitti bu resim. Orjinal Pacman'de 256. tura gelince oluyormuş. Nedeni daha çok hoşuma gitti aslında, geçilen tur sayısı 1 byte'ta saklanıyormuş, 255 tur aşılınca da integer overflow'dan yukarıdaki bug oluşuyormuş. 2 gündür Google'ın doodle'ı sayesinde teknolojinin ne kadar geliştiğini düşünmekten kendimi alamıyorum. Herifler 30 yıl önce, bugün bayağı dandik gelen bir sebepten oyunu ancak 255 turluk yapabilmişler, şimdi yapılanlara bak. Ben de bu yaşta böyle diyorsam babam falan n'apsın o zaman, adam doğduğunda "bilgisayar" diye sözcük yoktu Türkçe'de..

Yine de, şu oyunun orjinaline yetişemesem de, ilk gameboy'larda oynayabilmek için fellik fellik aramaktan, bir arama motorunun logosuna basitçe yerleştirilmesine uzanan sürece, daha 22 yaşında olmama rağmen tanıklık edebilmek güzel. Yine de teknolojiyi sevmiyorum, ilgilenmek durumunda olsam da. Bu da ne biçim bir tutarsızlıksa.

Neyse güzel bu, küçüklüğümü hatırlattı. 70'lerde doğanlara hatırlattıklarını düşünemiyorum bile, bildiğin hüzünlenmişlerdir.

Bir de; bu bug olmasa, hakların bitmediği sürece teknik olarak sonsuza dek gidiyormuş Pacman =)

29.12.2010'da gelen ekleme: The IT Crowd'ın S01E04'ünde, üzerinde yukarıdaki resimden olan tişört giyiyor Roy. Çok beğendim, nereden bulabilirim acaba...

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Değişim

Kendimin, insanlar değişmez diyenlere tokat gibi bir cevap olduğunu düşünüyorum. Tabii ki bu değişim her zaman iyi yönde oluyor değil malesef. Yine de...

16 Mayıs 2010 Pazar

Merhum çok güzel tespitlerde bulunmuş vesselam.

İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor. Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için. Düşünmekten korkuyor sorumluluk getireceği için. Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için. Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için. Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için. Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için. Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için.

WILLIAM SHAKESPEARE

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Tam 3 yıl önce bugün

Gerçi geçti biraz, 11 Mayıs olacaktı.

Pek güzel bir gündü, Herr Knöll vardı, Hilal vardı, okulda grubumuz vardı, rock'n'roll yapıyoduk.

Kadıköy'de provaya gidiyorduk, sahneye çıkıyorduk. Sonra içiyorduk. Yazın gideceğimiz Lüneburg'a hazırlanıyorduk. Daha 1. sınıftaydım, her şey ne kadar da rahattı. Tek sorunum 50'nin altında aldığım nottu. Hayat yaşanasıydı.

Aha şunu yazdım: "22 yaşındayım, 3 yıl öncesine "geçmiş ve bi daha hiç gelmeyecek" olarak bakıyorum, çok acı durumumuz var ya.."

O günlerin bir daha gelemeyecek olması ne kadar da üzücü. Geçmişe özlem duymak ne kadar garip..

7 Mayıs 2010 Cuma

Adam yazmış.




ÖZLEDİM SENİ...

Özledim seni...
Ayrılık yüreğimi uyuşturuyor karıncalandırıyor nicedir.
Beynimi uyuşturuyor özlemin...
Çok sık birlikte olmasak bile
Benimle olduğunu bilmenin
Bunca zamandır içimi ısıttığını
Yeni yeni anlıyorum.
Yokluğun,
Hatırladıkça yüreğime saplanan bir sizi olmaktan çıkıp
Mütemadiyen bir boşluğa
Sabahları seni okşayarak başlamaları
Akşamları her işi bir kenara koyup
Seninle baş başa konuşmaları özlüyorum;
Oynaşmalarımızı,
Yürüyüşlerimizi,
Sevimli haşarılığını,
Çocuksu küskünlüğünü...
Nasıl da serttin başkalarına karşı
Beni savunurken;
Ve ne kadar yumuşak
Bir çift kısık gözle kendini
Ellerimin okşayışına bırakırken
Gitmeni asla istemediğim halde
Buna mecbur olduğunu görmek
Ve sana bunları söylemeden
''Git artık'' demek
''Beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk
Kavuşacaksın mutluluğa''
Demek sana nede zor
Seni görmemek ve belki yıllar sonra
Karşılaştığımızda
Bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden...
Yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek...

Can Yücel



4 Mayıs 2010 Salı

Zaman (2)

Zaten pesimist bir yapım var, her şeyi dert edebilen insanlardanım. Hayatın aslında düşünülenden, yaşadıklarımızdan, en sevdiğin eşyanın kaybolmasından, okuldan, iyi bir işten, paradan, kötü şartlarda yaşamaktan, iyi şartlarda yaşamaktan çok daha farklı bir şey olduğunun farkındayım. Yani aslında hiç bir neden yokken bile, ve her şey kötüye gidiyor gibi hissederken bile, mutlu olmak için çok neden var; yaşıyorsun ya! (Bunu somutlaştırmama Talar yardımcı oldu aslında. Somutlaştırma tamam da, benimseme ve o şekilde yaşama kısmına henüz adapte olamadım.)

Yaşamanın anlamlı olmaya en yakın noktası sanırım şu kısa alıntıda geçiyor:

"...Yazıyı tekrar okuyunca bir eksiklik hissettim. Tüm bu yazdıklarımı tek başıma yapmadığımı, yapsam da o kadar keyif almadığımı fark ettim. Hep bunları gösterecek birilerini, birlikte gülecek, yuvarlanacak birilerini arıyormuş demek ki insan. Boşluk ne garip...."

Belki olayı salt alışkanlıkla açıklamak gerekir. Bence bu yine de kaçış olacaktır, olay alışkanlıktan çok daha öte bir şey. Olay, "birine o kadar çok bağlanmak ki, o gidince boşlukta kalmak". Günün 24 saatini başında geçirdiğin Playstation 3'ün bir anda bozulunca düştüğün boşlukla aynı değildir herhalde.

Bugün pek bir sezyum oldu. Bu sözünü sakınmayan, kendi jargonunu kendi yaratan, neşeli - anı yaşayan ama bir yandan da dolu kafalı mizah yazarı 2 ay kadar önce karısını kaybetti. Çok ani bir rahatsızlık sonucu, çok gençken ve yeni evlilerken hem de.

Yazıları, olayın hemen ardından bile tutuk değildi, aynı neşesine kaldığı yerden devam etti. Tek farkla, yazılarını artık genelde vurucu bitiriyor. Yine kendi neşeli diliyle bitiriyor, gerçi öyle yapması insanın içine daha çok işliyor. Çünkü biliyorsun, adam bayağı duyarlı biri. Daha suratındaki gülümseme kaybolmadan çat! yapıştırıyor. Böyle bir olay karşısında nasıl hala "manita, 31, fuck fick" falan yazar diye düşünüyorsun. Belki unutmak için normal davranmaya çalışıyordur diyorsun sonra.

-Yazı çorba oldu.-

Birinin geri gelmemek üzere çekip gitmesi, maddi ve/veya manevi ölümü yani, sen ne yaparsan yap düzeltemeyeceğin bir şey. Sadece güçlü olmaya çalışıp, en az derecede etkilenmeye çalışırsın. Tıpkı depremi engelleyememek ama zararı en aza indirmeye çalışmak gibi. Bunu düzeltebilecek tek şey, her kötü olayda sığınılan, sınırsız, ücretsiz ve aşırı tüketimi laksatif etkiye neden olan bir ilaç; zaman.

Kaan Sezyum

"Anılar, uzun uzun boş bakışlara dönüyor."

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Fikirler - 2

  • Metro duraklarına bira otomatları konsun.
  • İnsanı rahatlatan, tasaları unutturan, iyi hissetiren alkol gibi maddelerin etkisi tam istediğimiz zaman geçsin, bizi işlerimizden alıkoymasın.
  • Tadı, içimi bira kadar güzel olan ama daha hızlı ve yerinde kafa yapan, amelelik yaratmayan bir alkol keşfedilsin.
  • İnsanlar alkollüyken, -isteğe göre- alınlarının ortasında küçük bir uyarı ışığı belirsin, kişi alkollüyse turnusol kağıdı gibi hemen belirtsin. Diyaloglar buna göre gelişsin.

Fikirler - 1

Durmadan aklımda çakan saçma, imkansız fikirler, hayat üzerine istekler, hayaller, aforizmalar:

Her okuyan farklı anlayacaktır eminim ki, ama en azından "alkolik rockçı işte, nolacak" gibi düz bir düşünceyle yaklaşılmazsa daha iyi, zira adamlar zamanlarının en yetkin müzik grubuydular. "Çok kişi seviyorsa iyidir" demek istemiyorum (zaten o durumda Serdar Ortaç da iyi olurdu), ama yaptıkları şey "sarhoş rockçılık"tan öte bir şey deyü düşünüyorum:
 
Tam bir alkolsever olan, 60lardan İngiliz The Who davulcusu Keith Moon, bir konserleri sırasında aldığı alkolün ve sakinleştiricilerin etkisiyle bayılır. Roadielerin ayıltma çabaları sonuç verir ve 15 dakika sonra The Who tekrar sahnededir. Ancak bir kaç şarkı sonra Moon tekrar bayılır ve bu sefer ayıltılamaz. Konseri erken kesmek istemeyen diğer grup üyeleri [1], seyirciler arasında davula geçip gecenin sonuna kadar kendileriyle çalabilecek biri olup olmadığını sorar [2]. Günün erken saatlerinde konser alanına gelmiş ve sahnenin tam önünde konser saatine kadar beklemiş [3] iki The Who - sever gençten birisi atılarak yanındaki arkadaşının davul çaldığını ve onun sahneye çıkabileceğini görevlilerden birine söyler. Bunun üzerine çocuk sahneye çıkarılır ve davulun başına oturtulmadan önce, sinirlerinin yatışması amacıyla çocuğa bir shot brandy içirilir [4]. Böylece 19 yaşındaki Scot Halpin, Keith Moon'un yerine oturarak kalan şarkılarda gruba eşlik eder.

Uzun süredir ilk defa davul başına oturduğundan ve heyecandan şarkıları tabii ki kusursuz çalamaz, ancak konseri gayet iyi bir şekilde sürdürür ve grup üyeleri tarafından beğeniyle karşılanır, hatta solist Roger Daltrey, daha sonraları Scot'un yeteneğinin profesyonellerin gözünden kaçtığını söyler [5]. Scot, konser sonrasında arkadaşıyla kulise davet edilir ve kendilerine hatıra amaçlı birer konser sweatshirt'ü verilir [6].


İşte, hayatın tam olarak numaralandırdığım 6 noktadaki düşüncelerdeki kadar saf, iyi niyetli, yardımsever, sevgi dolu, pozitif, spontan olmasını isterdim. Yapmak bizim elimizde mi? Bence pek değil..